Kraliçe Ve Işçi Arı Dişi Mi ?

Ilay

Global Mod
Global Mod
[color=]Kraliçe ve İşçi Arı Dişi mi? Doğadan Topluma Yansıyan Cinsiyet ve Güç İlişkileri

Toplumun, doğayı anlamlandırma biçimi çoğu zaman kendi değerlerini ve önyargılarını da beraberinde taşır. Arı kolonilerini gözlemlediğimizde, “kraliçe” ve “işçi” kavramlarının her ikisinin de dişi bireyleri tanımladığını fark ederiz. Ancak bu biyolojik gerçek, kültürel anlamda çok daha derin bir sorgulamayı tetikler: Neden “kraliçe” gücü, “işçi” ise görünmez emeği temsil eder? Ve bu iki kavram, toplumlarımızda kadınların konumunu nasıl yansıtır?

[color=]Doğadan Öğrendiklerimiz: Güç, Emek ve Dişilik Arasındaki Gerilim

Bilimsel olarak, hem kraliçe arı hem de işçi arılar dişidir. Kraliçe, koloninin üreme merkezidir; işçi arılar ise topluluğun yaşamını sürdüren temel emek gücüdür. Ancak toplumsal anlamda “kraliçe” kelimesi gücü, ihtişamı ve otoriteyi çağrıştırırken, “işçi” kelimesi fedakârlığı, görünmezliği ve sessiz hizmeti temsil eder. Bu ayrım, kadınların sosyal hayatta hem “güçlü” hem de “hizmet eden” roller arasında sıkışmış hâlini düşündürür.

Bourdieu’nun toplumsal alan teorisine göre, her toplum “erkek egemen bir simgesel düzen” içinde işler; kadınların emeği görünmezleşirken erkek egemen değerler “doğal düzen” gibi sunulur. Arı kolonilerindeki işleyiş doğada verimlilik temelli olsa da, biz insanlar bu biyolojik sistemi bile kendi sosyal hiyerarşilerimize benzetiriz. “Kraliçe arı”yı liderlik eden ama izole, “işçi arı”yı fedakâr ama değersiz gibi görürüz.

[color=]Toplumsal Cinsiyet Rolleri: Doğanın Ötesinde Bir Kurgusal Sistem

Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten çok daha fazlasıdır. Judith Butler’ın ifadesiyle, toplumsal cinsiyet “tekrarlanan performanslarla” inşa edilir. Kraliçe arının doğuştan lider olması, işçi arının doğuştan emekçi olması gibi biyolojik bir zorunluluk, insan toplumunda kültürel kalıplara dönüşür. Kadınlardan “bakım veren”, “destekleyen” olmaları beklenir; oysa erkeklerden “koruyan”, “yöneten” olmaları istenir.

Oysa doğada işçi arılar, koloninin tüm yükünü sırtlanan dişil varlıklardır. Bu durum, kadın emeğinin tarih boyunca nasıl değersizleştirildiğini düşündürür. Ev işleri, bakım emeği veya duygusal iş yükü, tıpkı işçi arıların yaptığı gibi toplumu ayakta tutar ama çoğu zaman görünmezdir. Feminist ekonomist Silvia Federici’nin belirttiği gibi, “ev içi emek, kapitalist sistemin görünmeyen yakıtıdır.”

[color=]Irk, Sınıf ve Görünmezlik: İşçi Arının Evrensel Hikayesi

Arı kolonisi metaforu, yalnızca toplumsal cinsiyet açısından değil, ırk ve sınıf eşitsizlikleri açısından da güçlü bir aynadır. İşçi arılar, çoğunluğun görünmez emeğini temsil eder. Irksal ve ekonomik açıdan dezavantajlı kadınlar, çoğu zaman bu “işçi arı” konumuna sıkıştırılır.

Örneğin, ABD’de siyah kadınların hem beyaz kadınlardan hem de siyah erkeklerden daha düşük ücret alması, bu yapısal hiyerarşinin modern bir örneğidir. Benzer biçimde Türkiye’de göçmen kadınlar, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde “ev içi işçi arılar” gibi çalışır. Bu insanlar, toplumu ayakta tutarken sistem tarafından çoğu zaman “sessiz emekçiler” olarak görülür.

Bu noktada sormak gerekir: Toplumun sürmesini sağlayan bu görünmez emeği neden hâlâ “kadın doğasının parçası” olarak görüyoruz?

[color=]Erkeklerin Rolü: Hakimiyet Değil, Dönüşüm Alanı

Toplumsal cinsiyet tartışmalarında erkeklerin konumu çoğu zaman “sorunun kaynağı” olarak tanımlanır; oysa çözümün de önemli bir parçasıdırlar. Erkekler, patriyarkanın yarattığı baskı sisteminden fayda sağlarken aynı zamanda duygusal olarak ondan zarar da görürler. “Erkeklik krizi” tartışmalarında görüldüğü üzere, erkeklerin “duygularını bastırması” veya “güçlü görünme zorunluluğu” onları da kısıtlar.

Çözüm, erkeklerin bu yapısal ayrıcalıklarını fark edip, dayanışma biçimlerini yeniden tanımlamasından geçer. Örneğin, erkeklerin ev içi emeği paylaşması veya bakım sorumluluğunu üstlenmesi yalnızca kadınların yükünü hafifletmez, aynı zamanda toplumsal ilişkilerde eşitliği derinleştirir.

Bu süreçte empati kadar öz-farkındalık da önemlidir: Erkekler “yardım eden” değil, “eşit sorumluluk alan” bireyler hâline geldiklerinde, işçi arıların yükü gerçekten hafifler.

[color=]Kadınların Dayanışması ve Dönüştürücü Gücü

Kadınlar tarih boyunca, kraliçe arının tek başına var olamayacağını, koloninin ancak işbirliğiyle sürdürülebileceğini göstermiştir. Kadın hareketlerinin ve dayanışma ağlarının temelinde bu fikir vardır: bireysel kurtuluş değil, kolektif dönüşüm.

Bugün dünyanın dört bir yanında kadın kooperatifleri, bakım emeğini görünür kılmak ve kadınların ekonomik özerkliğini güçlendirmek için çalışıyor. Bu kolektif çabalar, “işçi arı” metaforunu yeniden tanımlıyor: emek artık sessiz değil, örgütlü ve politik bir güç hâline geliyor.

[color=]Sonuç: Arı Kovanına Dair Bir Soru – Biz Hangi Arıyız?

Kraliçe ve işçi arıların her ikisinin de dişi olması, doğanın hiyerarşi değil, işlev ve işbirliği üzerine kurulu olduğunu hatırlatır. Ancak insan toplumu, bu doğal düzeni bile kendi güç ilişkilerine göre çarpıtır.

Belki de tartışmamız gereken soru şudur: Biz hangi arıyız? Gücü elinde tutan ama yalnızlaşan bir “kraliçe” mi, yoksa emeğiyle yaşamı sürdüren ama görünmeyen bir “işçi” mi?

Ve daha da önemlisi: Toplum olarak, arıların doğasında var olan kolektif bilinci yeniden öğrenebilir miyiz?

Bu forumun amacı bir cevap bulmaktan çok, bu soruları birlikte düşünmek. Çünkü toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf meseleleri yalnızca bireylerin değil, hepimizin ortak kovanı ilgilendiriyor.

Kaynaklar:

- Bourdieu, P. (1998). La Domination Masculine.

- Butler, J. (1990). Gender Trouble.

- Federici, S. (2004). Caliban and the Witch.

- Hooks, B. (2000). Feminism Is for Everybody.
 
Üst